“Türkiye’nin gıda ve içecek sektöründeki ikili yapıyı ortadan kaldırırsak, dünyadaki konumumuz da o denli güçlü olacaktır.”
Türkiye’nin çocukları, uzun ömürlü sağlıklı süt ile ilk onun girişimiyle tanıştılar. O, Türkiye’yi bugünkü modern dünyaya taşıyan sanayicilerimizin “ilk”lerinden biri. Ama bir özelliği daha var ki belki ilkinden daha önemli. Çünkü birincisi tarihi bir gerçeklik iken, ikincisi Selçuk Yaşar gerçeği. Selçuk Yaşar’ın ifade etmeye çalıştığım bu özelliği, ilklerin sanayicisi olmasından kaynaklanıyor. O, “memleket meselelerine” kafa yoran bir iş adamı.
Kuruluş aşamalarında, “Danimarka’ya kadar gittim.” dediği Pınar Süt için, 70’li yılların Türkiye’sindeki politik ve ekonomik istikrarsızlığa rağmen riski göze almış bir sanayici. Gıda ve içecek sanayimizin bugününü değerlendirirken, o yıllardan bugüne halen sektörün ikili bir yapıya sahip olduğuna dikkat çekiyor. Bir tarafta son derece modern gıda işleme tesisleri, diğer tarafta geçimlik düzeyde faaliyet gösteren tarım işletmeleri…
Selçuk Yaşar, “Bu ikili yapıyı giderek ortadan kaldırarak, kaliteli ve endüstriyel ham maddeye dünya fiyatlarından ulaşabilmek hedefine ne kadar yaklaşırsak, dünyadaki konumumuz da o denli güçlü olacaktır.” tespitini yapıyor.
Yarım asrı geride bırakan Yaşar Topluluğu’nun kurucusu, birçok ilke imza atmış bir sanayici olan Yaşar, aynı zamanda genç sanayicilere deneyimlerimi aktarmak amacıyla kaleme aldığı “Hayatım” kitabı için, “Baskıdan önce son bir kez daha gözden geçirirken, acaba kendimi çok mu öne çıkarıyorum diye düşündüm.” diyecek kadar da mütevazı bir insan. Kendisinin bizzat kaleme aldığı başka kitapları da var. Eğitime katkılarından dolayı TBMM Üstün Hizmet Madalyası ile ödüllendirilen Yaşar’ın vazgeçilmezleri arasında; İzmir, Saint-Joseph Lisesi, spor ve özellikle Karşıyaka Spor Kulübü bulunuyor. Kurduğu Yaşar Topluluğu ise yaklaşık 6.700 çalışanı, 22 şirketi ve iki vakfı aracılığı ile Türkiye’nin geleceğine yatırım yapmaya devam ediyor.
Babanızla birlikte çalıştığınızı biliyoruz. Ticaret ile ilgili olarak babanızdan neler öğrendiniz?
Rahmetli babamdan ticaretin bütün inceliklerini öğrendim. O süreç iş hayatımın laboratuvarı gibidir. Ancak özellikle iyi insani ilişkilerin ticarette büyük rol oynadığını ve itibarın ne kadar etkili olduğunu öğrendim. Babam, bana ve kardeşim merhum Selman Yaşar’a her fırsatta deneyimlerini anlatır ve bizi üretimden satış pazarlamaya, reklamdan muhasebeye kadar işimizin her alanında tecrübeleri ışığında yetiştirirdi. Gençlik yıllarımdaki ilk iş tecrübemi Kemeraltı Şeritçiler Çarşısı’nda bulunan boya dükkânımızda edindim. Satış ve pazarlamanın üretim kadar önemli olduğunu o yıllarda öğrendim.
Ama siz bir fark ortaya koydunuz; ticaret yapmak ile sanayicilik aynı şey değil. Peki, ikisi arasındaki fark nedir?
Rahmetli babamla ticaret yaptığımız yıllarda ülkemizde sanayi henüz yoktu. 1950’li yılların özellikle ikinci yarısından itibaren bu süreç yaşanmaya başladı ki Yaşar ailesi olarak biz de 1954 yılında ülkemizin ilk yerli boya fabrikası olan DYO’yu kurarak bu sürece adım attık. Daha sonraki yıllarda da her biri sektörlerinde ilk olan Pınar Süt, Pınar Et, Çamlı Yem ve Besicilik, aynı kuruma bağlı olan deniz ürünleri işletmemiz ve Çeşme Altın Yunus başta olmak üzere pek çok büyük kuruluşu Türk ekonomisine kazandırdık. Sanayicilik elbette çok daha geniş bir sahayı kapsıyor. Öncelikle işletmeler büyüyor, çalışan sayısı binleri buluyor. İhracat olgusu, markalaşma, ARGE işin içine giriyor. Bu nedenle sanayicilik çok daha kapsamlı ama ilk adım ticaretle atılıyor.
Bugün Holding’in başında kızınız İdil Hanım var. Daha öncesinde de Feyhan Hanım vardı. Deneyimlerinizi kızlarınıza nasıl aktardınız? “Onların bugünkü başarılarının sırrı sayılabilecek” ne gibi tavsiyeleriniz oldu?
Kızlarımın her ikisi de iş hayatlarına Topluluğumuz şirketlerinde alt düzeylerden başladılar. İlerleyen zamanla iş dünyasında tecrübe kazanırlarken, “Bilim, Birlik, Başarı” şeklinde ifade ettiğim üç değere her zaman dikkatlerini çektim. Bugünün terimleri ile inovasyon ve uyumlu, güçlü bir ekip çalışmasının sonucu, her zaman için başarıdır. Onlar da bu üç değeri, iş hayatlarına adapte ederek başarıyı yakaladılar.
Pınar markası iki ana iş kolunuzdan biri olan gıdanın amiral gemisi. Pınar fikri nasıl ortaya çıktı?
70’li yılların Türkiye’sinde ortam hem politik hem de ekonomik açıdan istikrarsızdı. Ayrıca, ülkemizin büyük tarım alanlarına sahip olmasına ve o dönemde nüfusunun yarısından fazlası geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlamasına rağmen, ortada tarıma ve hayvancılığa dayalı sanayi yoktu. O günler çiğ sütü alan tek bir devlet kuruluşu vardı. Köylü buraya satamadığı sütü derelere dökerdi.
Ülkemizde hayvancılık potansiyeline rağmen süt sanayinin olmayışı beni üzüyordu. Danimarka’ya yaptığım bir iş seyahati sonrasında, oranın yapısını inceledikten sonra kararımı vermiştim. Yaşar Topluluğu olarak Türkiye’nin ilk özel süt fabrikasını kuracaktık.
Fabrikanın kurulduğu yer olan Pınarbaşı, Pınar Süt’e ismini de verdi. Pınar Süt’ü kurma ve işletme aşamasında, Pınar Süt olarak, süte taban fiyat uyguladık. Üreticiye ucuz ve kaliteli yem temin ettik. Bayram ve tatil günleri de dâhil üreticiden sütü kesintisiz olarak aldık ve onlara istikrarlı bir pazar sağladık. Üreticiye hayvan bakımı eğitimleri de verdik.
Zaman içinde Pınar markası da gelişti. Pınar Et, Pınar Su, Çamlı Yem ve Besicilik, Pınar Foods GMbH ve Yaşar Birleşik Pazarlama ile her biri sektöründe lider şirketleri yarattı.
Pınar’ın bugününe baktığınızda iyi ki bu alanda girişim yapmışım diyor musunuz?
Bence gıda sadece bir “mal” değildir. Çünkü başka hiçbir mal, toplumun sağlığıyla gıda kadar yan yana anılmaz. Sosyolojik açıdan da gıdanın diğer mallardan çok daha farklı bir konumu var. Bu anlamda bu sektörde faaliyet göstermenin sorumluluğu da son derece büyük.
Pınar, gıda güvenilirliğinden ödün vermeden, lezzeti ve yeniliği tüketicilerine sunuyor. Sektöründe bilinirliği en fazla olan bir markayı yaratmış, bu marka ile insanların gönlünde yer etmiş olmak benim için çok büyük bir kıvanç.
Pınar’dan konuyu açmışken, AB müzakerelerinde görüşmeye açılan Gıda Güvenliği Faslı hakkında da görüşlerinizi almak isteriz. Türkiye’nin gıda ve içecek sektöründe elini güçlü tutmak için bundan sonraki süreçte neler yapılmalı sizce?
Türkiye’nin gıda ve içecek sektörü ikili bir yapıya sahip. Bir tarafta son derece modern gıda işleme tesisleri, bir tarafta da geçimlik düzeyde faaliyet gösteren tarım işletmeleri. Bu ikili yapıyı giderek ortadan kaldırarak, kaliteli ve endüstriyel ham maddeye dünya fiyatlarından ulaşabilmek hedefine ne kadar yaklaşırsak, dünyadaki konumumuz da o denli güçlü olacaktır.
Krizin ardından 2010’un ilk 6 aylık performansını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ekonominin gidişatına baktığınızda, Türkiye’nin önündeki fırsatlar ve tehlikeler hakkında neler söylersiniz?
Dünya ve Türkiye hızlı bir dönüşüm-değişim yaşıyor. Dünyada ekonomik eksenin Doğu’ya kaydığını görüyoruz. Nitekim bazı AB üyesi ülkelerin ekonomik kırılganlıkları daha fazla hissediliyor. Öte taraftan Türkiye son dönemlerde sergilediği ekonomik performans nedeniyle kredi notunu daha da iyi hale getiriyor. Bu anlamda elbette ülkemizin bugünkü ekonomik performansı beni son derece memnun ediyor. Bu performansın devamı ve özellikle ihracatın ithalata bağımlılığının azalması ile Türkiye daha da büyük bir ekonomik güç haline gelecektir.