Başbakan Binali Yıldırım’ın katıldığı TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısında konuşan YİK Başkanı Tuncay Özilhan, demokratik işleyişten uzaklaşmanın yerli ve yabancı yatırımcıyı yatırımdan soğuttuğunu söyledi, “Kur, faiz ve enflasyon sarmalına tekrar yakalanmamamız lazım” dedi. TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik ise “Türkiye zor dönemlere alışık bir ülkedir, zorluklara fevkalade antrenmanlıyız” diye konuştu.
TÜSİAD 2017 yılının ikinci Yüksek İstişare Konseyi toplantısını, 7 Aralık Perşembe günü Ankara’da gerçekleştirdi.
Başbakan Binali Yıldırım’ın onur konuşmacısı olarak katıldığı toplantının açılış konuşmalarını, Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik yaptı.
“Sarsıcı gündem”
Siyasi ve ekonomik konularla dolu sarsıcı ülke gündemine rağmen, geleceği şekillendiren konuları da ihmal etmemek gerektiğini belirten Tuncay Özilhan, “Gelecek kuşakların bekası, bugün savuşturduğumuz jeostratejik tehditler kadar, bilim ve teknoloji alanındaki ilerlemelere ne ölçüde uyum sağlayabileceğimizle de ilgilidir” dedi. Bilim ve teknolojide kapasite oluşturmanın önemli bir özelliğinin, uzun vadeli düşünmek ve uzun vadeli bir stratejiye göre hareket etmek olduğunun altını çizen Özilhan, şöyle devam etti:
“Bu alanda başarılı olan, öne çıkan ülkelere baktığımızda, uzun vadeli bakış açısını görüyoruz. Türkiye’de ise uzun vadeli strateji uygulama konusunda bir gelenek oturmuş durumda değil. Sıcak gelişmeler ne olursa olsun, gündemimizde bilim ve teknoloji alanındaki gelişmelere yer vermek, bu konuyu uzun vadeli bir perspektifle ele almaya başlamak durumundayız.
Sanayi 4.0, bilim ve teknolojideki ilerlemeler pek yakın bir gelecekte insan toplumlarının yaşamlarında önemli değişimlere yol açacak. Peki biz neleri tartışıyoruz? Osmanlı 18 yüzyıldaki ilk sanayi devrimini yakalayamamış olmanın bedelini çok ağır ödemişti. Şimdi biz dünyadaki son teknolojik devrimin neresindeyiz?”
Türkiye’nin geçen 10-15 yılda altyapıda önemli bir atılım yaptığını bildiren TÜSİAD YİK Başkanı Tuncay Özilhan, ancak nicelik meselesini çözmeye çalışırken nitelik meselesini göz ardı ettiğini kaydetti. Özilhan, “Eğitim sistemi bir kez daha değişirken, uzun vadeli düşünmek gerekiyor. Bugün önemli olan bilgiyi yaratıcı bir şekilde uygulayabilmek. Bunu başaramazsak Türkiye’nin en önemli ekonomik problemi ne faiz oranları olacaktır, ne de cari açık; en önemli ekonomik sorunumuz eğitim olacaktır” ifadelerini kullandı.
“Bu işler yap-boz taktiği ile olmaz”
Günümüzde yaşanan hızlı değişimle 20-30 sene sonra dünyanın bugünkünden bir hayli farklı olacağını belirten Özilhan, şunları kaydetti:
“Değişime ayak uydurmak için, iş ve çalışma yaşamı, vergi rejimi, sosyal güvenlik sistemi, finansal sistem, sağlık sistemi, eğitim sistemi gibi toplumsal yaşamın tüm alanlarında çok köklü değişiklikler yapmalıyız.
Bu değişimlere başlamak için geç kaldık. Bu işler ‘yap-boz’ taktiği ile olmaz. Bu süreci yönetemezsek, bizi kaotik bir gelecek bekleyecek.
“Riskleri yönetmek için 3 noktaya dikkat”
Bugünler ülkemiz için epey çalkantılı. Ekonomi, iç ve dış politika her zamankinden daha fazla iç içe geçmiş durumda. Her üç alanda da riskler yüksek.
Riskleri yönetebilmek için 3 noktaya dikkat etmek gerekecek: Dogmayla değil bilgiyle hareket etmek, Değişen koşullara uyum kabiliyetini ve esnekliği artırırken, devlet geleneklerini ve kurumsal düzeni korumayı ihmal etmemek, bütün bu süreci objektif kurallar içinde yürütmek ve kuralları herkese eşit uygulamak.
Ekonomide geçen senenin son çeyreğinden beri yüksek seyreden büyüme hızı ve ihracat gibi yüzümüzü güldüren haberler geliyor. Fakat bir yandan da paramızın değer kaybından yüksek enflasyona, kamu harcamalarındaki artış ve bozulan bütçe dengesinden artan cari açığa, düşen sermaye girişlerinden artan vergilere, bozulan güvenden makine teçhizat yatırımlarının gerilemesine, özel sektörün açık pozisyonundan kredi mevduat oranlarındaki yükselişe kadar bir dizi alanda bizi endişelendiren gelişmeler de yaşanıyor. Zamanında önlem alınmazsa, bu sorunlar üst üste birikip başımıza dert açacak.

Ekonomi için uyarılar
1990’lar piyasa dinamiklerinin gözetilmemesinin acı tecrübeleri ile doludur. Bu tecrübelerden çıkartılan dersler aynı hataların tekrarlanmasını engelleyecektir. Bir kez daha kur, faiz, enflasyon sarmalına yakalanmamak için, kurumların araç bağımsızlığının önemini hafızalarda tazelemekte yarar görüyoruz.
Üretimi desteklemeyen bir sistem, verimsiz yatırımlar, uzun dönemli üretim artışı sağlayan sanayi sektörü yerine inşaat sektörüne dayalı büyüme ile gidilebilecek yolun sonu refaha çıkmaz. Ekonomide yüksek teknolojili üretimi merkeze koyan yeni bir vizyona ihtiyacımız var.”
“Türkiye, Batı’nın Avrasya açılım noktası”
2008 küresel krizinin sistemde yaratmış olduğu derin tahrifat, Ortadoğu’yu tehdit eden jeostratejik riskler, küresel güç dengesinin sarsılması, dünyanın siyasi ve ekonomik güç merkezinin batıdan doğuya doğru kayması tartışmalarının Türkiye’yi de etkilediğini vurgulayan Tuncay Özilhan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Biz Türkiye olarak doğulu olduğumuz kadar batılı, batılı olduğumuz kadar doğuluyuz.
Uluslararası politikada, güçlünün peşine takılmanın bağımsızlığın yitirilmesi riskini taşıdığını Osmanlı’nın son dönemlerinden beridir gayet iyi biliriz. Cumhuriyet tarihimiz küresel güç dengesini gayet iyi anladığımızı ortaya koyar. Bu dengeyi iyi kurabilmenin, doğu ve batı ile ilişkilerimizi dengeye oturtmanın, bugün en az geçmiş kadar önemli olduğunu düşünüyoruz.
Türkiye, dünyadan kopmamak için dünya düzeninin yerleşik kurallarına uygun hareket etmelidir. Türkiye’nin yerinin Batı alemi mi, Avrasya mı olduğu bir tartışma konusu değildir. Türkiye Batı’nın Avrasya açılım noktasıdır. Yükselişteki Çin ve Rusya gibi ülkelerle ilişkilerimizi sürdürmeli hatta daha da güçlendirmeliyiz.
Bununla beraber, dünyanın gidişatını belirlemekte hâlâ önemli olan Amerika ve Avrupa ülkeleriyle ilişkilerimiz, Türkiye’ye karşı gösterdikleri çifte standarda rağmen, kendi değer ve çıkarlarımız gereği iyi ve verimli olmalı.”
“Demokratik işleyişten uzaklaşma yatırımdan soğutuyor”
Ekonomide ve dış politikada yaşanan gelişmelerin, siyasi ve hukuki çerçeveden bağımsız olmadığını, liberal piyasa düzeninin temelinin demokrasi ve hukuk sistemi olduğunu belirten Özilhan, “Olağan demokratik işleyişten uzaklaşılması, önce yabancı sonra yerli iş insanlarını yatırımlardan soğutuyor; yaratıcılıktan, girişimcilikten uzaklaştırıyor. Bir an önce yeniden olağan düzene geçilmesini ümit ediyoruz. Normalleşmenin getirisi çok yüksek olacaktır. Türkiye demokrasi ve hukuk devleti yolunda ilerledikçe, güç kazanıyor, ekonomisi güçleniyor, vatandaşların refah ve memnuniyeti yükseliyor” dedi.
Demokrasi ve hukuk devleti yolunda ilerlemenin bir koşulunun da herkesin kanun önünde eşit olması olduğunu bildiren Özilhan, keyfiyetin, kayırmacılığın arttığı bir bürokraside sağlıklı bir ekonomi yönetimi yapılamayacağını, çünkü sağlıklı bir ekonominin olmazsa olmaz koşulunun, adil rekabet şartlarının tesis edilmesi ve korunması olduğunu kaydetti.
“Gündem, reform olmalı”
“Dünyanın bu kaotik ortamında, güçlü bir iktidara olduğu kadar güçlü bir demokrasiye de aynı anda sahip olması, Türkiye’nin en önemli avantajı olacaktır” diyen TÜSİAD YİK Başkanı Özilhan, “Dünya ekonomisinde nihayet başlayan normalleşmeden ve bilim ve teknolojideki gelişmelerin yol açacağı yeni fırsatlardan en iyi biçimde yararlanabilmemizin koşulu bizim de hızla normalleşerek, demokrasi ve özgürlükleri tesis ederek, gündemimizi uzun zamandır ihmal etmiş olduğumuz yapısal meselelere, reformlara ayırmamız olacaktır” ifadelerini kullandı.

“Zorluklara antrenmanlıyız”
Dünyanın son derece şaşırtıcı gelişmelerin yaşandığı bir süreçten geçtiğini belirterek sözlerine başlayan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik ise yarını planlarken, zaman zaman geçmişten bugüne taşınan sorunların da hayatımızı etkilemeye devam ettiğini söyledi.
“Çok iyi biliyoruz ki, Türkiye, zor dönemlere alışık bir ülke! Zorluklara antrenmanlıyız! Böyle dönemlerde, özellikle iş insanları olarak bizim, umutlu olmak için şartların iyileşmesini beklemek gibi bir lüksümüz yok” diyen Bilecik, “Bu toprakların insanının her türlü zorluğun üstesinden gelecek gücü vardır. Çünkü bu ülke, sadece üç tarafı denizlerle çevrili bir kara parçası değil, dört bir köşesinde güzel yürekli ve cesur insanların yaşadığı bir vatandır” ifadesini kullandı.
Dünya ve bölgesel ölçekte yaşanan gelişmelere değinen Erol Bilecik, tüm gelişmelerin doğrudan ya da dolaylı şekilde Türkiye’yi ve Türk iş dünyasını ilgilendirdiğini belirterek, “Özellikle teknoloji ve bunun ekonomik sonuçları açısından, yeni bir dünya şekilleniyor. Yeni bir küresel iş bölümünün eskizleri ortaya çıktı bile. Avrasya entegrasyonu bunun önemli bir parçası. Türkiye olarak bu yönelimleri daha iyi kavrayarak gereken düzenlemeleri yapmalıyız. Aksi taktirde yeni çağın fırsatlarını kaçırma riskiyle karşı karşıya kalırız” dedi.
Bunların ötesinde iklim değişikliği gibi çok önemli bir mesele olduğunun altını çizen Bilecik, tüm ülkeler hep birlikte hareket etmezse gezegenin giderek bir felakete doğru sürükleneceğini bildirdi. Bilecik, “Bu konuda eylem için fazla vaktimiz yok. Çünkü doğa, insan olmadan da yaşar, ama insan doğa yok olduktan sonra yaşayamaz” diye konuştu.
Türkiye-AB süreci
Türkiye’nin AB üyelik sürecine ilişkin değerlendirmelerde de bulunan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Bilecik, AB sürecinin ülkemizin yalnızca refahına değil, aynı zamanda stratejik konumuna ve dünyadaki imajına yaptığı katkının yadsınamayacağını söyledi. Bilecik, şöyle devam etti:
“Gerek AB’nin kendi sorunlarından, gerekse Türkiye’de özellikle 2010 yılından sonra yaşanan gelişmelerden dolayı mevcut durumda ilişkilerimiz maalesef hayli gergin. Müzakere süreci fiilen donmuş durumda.
Aramızdaki gerginlik ve diyalog eksikliği hem ülkemiz hem de AB açısından aslında büyük kazançlar getirecek olan Gümrük Birliği revizyonunun da sorgulanır hale gelmesine yol açtı. Bize göre Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konjonktürel krizlere feda edilemeyecek kadar önemli bir konudur.
70 yıllık müttefikimiz ABD’ye gelecek olursak; maalesef ilişkilerimiz bir sorunlar yumağı haline gelmiş durumda. Her iki ülke vatandaşlarının vize alma imkanlarının kısıtlanması bugünkü ortamın panzehiri olmaktan çok uzaktır. Aksine bu durum, toplumlar arasındaki gerilimi arttırmaktadır.”
Zarrab davası
Reza Zarrab davasına da vurgu yapan Bilecik, “Açıklamalarının bir kısmı ülkemizi derinden sarsmaktadır. İfadelerden, İran devleti adına çalıştığı anlaşılan bu kişinin yargılanması, elde fırsat varken Türk yargısı tarafından gerçekleştirilmemiştir. İşte, bizim açımızdan hayıflanılması gereken en önemli nokta budur. Bu yaşananlar, kamuoyuna bir şeyi kesin olarak göstermiştir. O da; her zaman ısrarla vurguladığımız hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığının önemidir” diye konuştu.
Dış politikada son zamanlarda “yalnız” ve “çatışmacı” bir görüntü sergilendiğini, içerde ise hukuk sistemi ve yargı mekanizmasında kaygı ve şüphe yaratan bir tablo bulunduğunu bildiren Erol Bilecik, “21.yüzyıl Türkiye’si, tutuklu gazeteci, siyasetçi, akademisyen ve sivil toplum temsilcileri ile anılan bir ülke olmamalı. Güvenlik ve özgürlüğün, birbirleriyle çelişen değil birbirini tamamlayan öncelikler olduğu bilinciyle hareket edilmesi, milli menfaatlerimiz ve küresel rekabet gücümüz açısından kilit öneme sahiptir. Bu alanda yapılacak her iyileştirme, hem içerde hem de dışarda ekonomik aktörler tarafından çok olumlu karşılanacaktır” değerlendirmesini yaptı.
Bilecik, terörle mücadelede hiçbir taviz vermeden, OHAL uygulamasının yeniden gözden geçirilerek, Türkiye’nin hızla normale dönmesi gerektiğini kaydetti.
“Türkiye’ye yönelik risk algısı kötüleşti”
Konuşmasında Türkiye ekonomisinin 2002-2007 dönemi ile 2010-2017 dönemini karşılaştırmalı olarak değerlendiren Bilecik, kırılganlıkların AB başta olmak üzere pek çok ticari ortakla yaşanan gerilimlerin yarattığı olumsuz algıyla birleşmesiyle, Türkiye’ye yönelik risk algısının kötüleştiğini bildirdi.
Türkiye’ye benzer gelişmekte olan ülkeler %3-4 civarında bir enflasyona sahipken, Türkiye’de enflasyonun %13’e ulaşmış olmasının “kabul edilir” olmadığını vurgulayan Bilecik, “Hepimiz biliyoruz ki, enflasyon ile mücadelenin temeli, mali disiplin ve sıkı para politikasıdır. Merkez Bankaları, refah ve büyüme yaratma kurumları değildir. Temel görevi fiyat istikrarını sağlamaktır. Bizi fiyat istikrarından uzaklaştıran her politika ekonomimize uzun vadede zarar verir. Şunun kesin olarak altını çizelim: Ekonomi literatüründe maalesef ‘yüksek enflasyon ve yüksek büyüme’ diye bir ikili yoktur. Bu tür büyüme sürdürülebilir değil, hemen her zaman geçicidir” diye konuştu. Bilecik, şunları kaydetti:
“Ne kadar değil, nasıl büyüyeceğiz?”
“Bu iki dönem, bize, önemli olanın tek başına büyüme olmadığını çok net bir şekilde gösterdi. Bugün artık soru, sadece “Ne kadar büyüyeceğiz?” değil, “Nasıl bir büyüme istiyoruz ?” olmalıdır.
Unutmamalıyız ki, bugün geldiğimiz noktanın asıl belirleyicisi, yaşadığımız tüm gelişmelere bizim nasıl tepki verdiğimiz, küresel düzeyde yaşanan değişim rüzgarlarına hangi politikalarla cevap verdiğimizdir. Tepkilerimizi ve iletişimimizi yeniden gözden geçirmeliyiz! Yoksa kaybederiz.
“Tartışmamız gereken faizin seviyesi, doların ateşi değil”
Yaşanan küresel krizin geçici olduğunu, dünya ekonomisinin bu krizi de aşarak tekrar büyümeye geri döneceğini hepimiz biliyoruz.
Peki biz geleceğe ne kadar hazırız? Bu yeni küresel büyüme dönemine Türkiye nasıl girecek? Müttefikleri ve ticaret ortakları ile gerilimli, dostları azalmış bir ülke olarak mı? Biz, geleceğe böyle girmek istemiyoruz. Bizim hayalini kurduğumuz çok güçlü bir Türkiye var. Biz kutuplaşmak-ayrışmak değil, birlikte çalışmak, birlikte yaşamak istiyoruz. Yenilenerek, güçlenerek, rekabet gücümüzü arttırarak büyümek istiyoruz.
Adaletin herkes için sağlandığı güçlü bir hukuk devleti, herkesin kendini korkusuzca ifade edebildiği bir özgürlük ortamı istiyoruz. Yapılan en küçük haksızlık, toplumun tümüne yapılmış sayılır. Bu nedenle, ‘Adaletin kuvvetli, kuvvetlilerin de adaletli’ olmaları gerekir.
Bu hedeflerde birleştiğimizde hiçbir gücün bizi durdurabileceğine inanmıyorum. Bugün tartışmamız gereken ‘faizin seviyesi, doların ateşi’ değildir. Bugün tartışmamız gereken, geleceğimizdir. Ve söz konusu bu ülkenin geleceği olduğunda, kaybedecek bir saniyemiz bile yoktur.”
“Yeni bir ekonomik kalkınma öyküsüne ihtiyacımız var”
“Bütün bu değerlendirmeler ışığında geldiğimiz nokta şudur: Bizim kesinlikle yeni bir ekonomik kalkınma öyküsüne ihtiyacımız var” diyen Bilecik, konuşmasını şöyle tamamladı:
“Türkiye, özellikle de Türk özel sektörü, ülkemize bu ivmeyi kazandıracak kabiliyet, enerji, hırs ve beceriye sahiptir. İhtiyaç duyduğumuz şey;
Tutarlı ve verimli üretimi destekleyen, rekabet gücümüzü ve refahı arttıracak reformist ekonomi politikaları, çağdaş bir eğitim anlayışı, dünyayla bütünleşmemizin önemini kavrayan bir dış politika, evrensel kurallara bağlı işleyen bir yargı sistemi ve yolsuzlukla mücadele endeksinde yükselen bir ülke olmaktır. Bunları gerçekleştiren ve başarılarını etkili bir iletişim metoduyla dünyaya anlatabilen bir Türkiye, kısa sürede, yeniden olumlu ve gıpta edilecek bir örnek ülke haline gelecektir.
Yaşadığımız günlerin yarattığı karamsarlıkları aşacağız; umudumuzu asla yitirmeden yolumuza devam edeceğiz. Bir yerde yaşam varsa, orada umut da vardır. Ve umut varsa, her şey kolaydır. 2018 yılında umudunuz daim olsun.”
“Üçüncü çeyrekte iki haneli büyüme”
TÜSİAD YİK toplantısında konuşan Başbakan Binali Yıldırım da, “3. çeyrekte büyüme iki haneli olursa şaşmayın, ama yıl sonunda büyüme yüzde 5-7 arası olacak” dedi.
Yıldırım, ABD’deki Reza Zarrab davası için “Şimdi ABD’de bir dava var evlere şenlik. Davanın aktörü sanıkken daha mahkemeye gelmeden tanık oldu” ifadesini kullandı.