2016-2018 dönemini kapsayan Orta Vadeli Program’ı (OVP) değerlendiren Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Eray Yücel, “OVP, 1 Kasım seçimlerinde mevcut birinci partinin tek başına iktidar olacağını zımnen işaret edecek şekilde hazırlanmış. ‘Rakamsal kurguların istek listesi’ olmaktan öteye gidemez. Ayakları yere basan mikro reformlara ihtiyaç var” dedi.
Kalkınma Bakanlığı tarafından 2006 yılından bu yana hazırlanan ve üç yıllık dönemler için belli ekonomik gösterge hedeflerini belirleyen “Orta Vadeli Program”ın 2016-2018 dönemi için hazırlanan 11’incisi, 11 Ekim’de Resmi Gazete’de yayımlanmıştı.
Program hakkında değerlendirmelerde bulunan Kadir Has Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Eray Yücel, programda belirlenen ekonomik gösterge hedeflerinin ulaşılabilir hedefler olmadığını söyledi.
“İstek listesinden öteye geçemez”
OVP’nin bilgi içeriğinin belirleyicisinin, programın hazırlandığı dönem olarak öne çıktığını belirten Yücel, şunları kaydetti:
“Türkiye’nin görünüşte olmasa da uygulamada ‘hükümetsiz’ olarak nitelenebileceği bir dönemde ekonominin istikrarlanmasına (stabilizasyonuna) dair ortaya konan rakamsal kurguların, istek listesi olmaktan öteye geçmesi zor görünüyor. Konu bu perspektife oturtulduğunda, OVP’de siyasi belirsizliklerin azalmasından neyin anlaşılması gerektiği açıkça ortaya konmalı, ki bu teknik bir plan metninin kapsamının olabildiğince dışında bir tema.
Örneklemek gerekirse, yurtiçi talebin büyümeyi beslemesi denildiğinde, 1 Kasım milletvekili genel seçimleri sonrasında hangi iktisadi düsturla ve nasıl hareket etmesi beklenen bir hükümet tasavvuruna planda yer verildiği açıkça ele alınmalı. Ben, söz konusu tasavvurun mevcut çoğunluk partisinin 1 Kasım seçimlerinde tek başına hükümet kurabilecek bir çoğunluk elde edeceğini zımnen işaret ettiğini düşünüyorum.
Türkiye’deki eski devlet planlama kültürünün ne derece yetkin ve oturmuş olduğunu veri aldığımda, bu durum ilk etapta kaygılandırıcı değilse bile düşündürücü. Büyümenin orta vadeli görünümü söz konusu olduğunda, emlak sektörü – bankacılık ekseninde biriken tehlikenin nasıl bertaraf edileceğini bir an önce çözümlemek gerekir. Kanımca, bu tehlike analizi etraflıca yapılmış bir risk olmaktan uzak, daha çok çıplak belirsizlik biçiminde.”
“Yanlış varsayımlarla doğru çözümlere ulaşılamaz”
OVP’de büyüme rakamının gelecek yıl için %4 olarak tahmin edildiğini, 2017 ve 2018 yıllarında ise sırasıyla %4,5 ve %5 olmasının hedeflendiğini, büyüme yükseltilirken, enflasyon ve cari açığın düşürülmesinin öngörüldüğünü hatırlatan Doç. Dr. Yücel, “Bu çerçevede, büyüme rakamları bir tarafta dursun, programda Türkiye ekonomisi için sunulan hiçbir rakam yeterince gerçekçi olamıyor. Yanlış varsayımlardan yola çıkarak doğru çözümlere ulaşmak eğilimi en nazik tabiriyle naif bir duruşu işaret eder. Örnek olarak, büyüme hızı artarken cari açığın sınırlanması ele alınabilir. Türkiye ekonomisinin hâlihazırdaki transformasyon mekanizması, büyümenin dikkate değer ölçüde ithal girdi ile beslendiği bir mekanizmadır. Buna göre, OVP’nin yine zımni olarak büyümeyi cari işlemler dengesindeki iyileşmeye bağladığı anlaşılıyor” dedi. Yücel, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kuvvetle muhtemeldir ki, döviz kurundaki dikkate değer aşınmanın Türkiye’nin ihracat performansını iyileştireceği beklentisi de aynı kurgunun arka planında. Programın başlangıcında sıralanan dış dünya risklerine öngörü sürecinde yeterince yer verilememiş olması gibi bir açmaz söz konusu olabilir. Bir siyasi geçiş döneminde hazırlanan tablolarda, iyimserliğin korunduğu bir teknik projeksiyonu esas alarak büyüme hızının plan ufku boyunca yüzde 4 değerinde kalacağını söylemek daha inandırıcı olurdu. Kısaca, makroekonomik istikrarı tekil ve ayrık problemlerin çözümlerinin derlemesi gibi ele almak yerine, bir sorunsal olarak ele almakta fayda var.”
“Ayakları yere basan mikro reformlara ihtiyaç var”
Program kapsamında 2016 yılında yıllık enflasyon oranının %6,5’e gerilemesinin, dönem sonunda da %5 olarak gerçekleşmesinin öngörüldüğüne dikkat çeken Doç. Dr. Yücel, “Enflasyonla mücadele dendiğinde, Türkiye’nin 2001 krizi sonrasında aldığı yola kısaca göz atmakta fayda var. Bu dönemin kabaca ilk yarısında hızlı ve kalıcı dezenflasyon sağlanıyor. Bunun devamında ise TÜFE artış hızının yıllık yüzde 7.5-8.5 aralığına hapsolduğu bir düşük-ama-yapışkan enflasyon dönemi geliyor. Yapışkanlığın kaynağı olarak, para otoritesinin etki alanı dışında kalan beklenmedik gıda fiyat artışları ve gelirler politikası çerçevesinde yönetilen-yönlendirilen fiyatların seyri görülebilir. Gıda fiyatları özelinde piyasaların toplumsal en iyiyi sunacak esneklikten uzak kaldığı, yönetilen-yönlendirilen fiyatlar özelinde ise siyasi otoritenin belli sektörlerde fiyat yapıcı haline geldiği söylenebilir. Kanımca bu iki gözlem, ayakları yere basan mikro reformlara olan ihtiyacın altını çiziyor. Mevcut kurgu veri alındığında, enflasyonun orta vadede yüzde 5 hedefine yakınsaması ancak iyimser bir bakış açısıyla muhtemel” diye konuştu.