Konuk Yazar
Prof. Dr. Funda Elmacıoğlu
Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi
Canlıların yaşamı için çok önemli olan gıdaya erişimde karşılaşılacak bir sıkıntı, yaşamsal sorunların ortaya çıkmasına neden oluyor. Çünkü önemi çok büyük olan ekonomik malların yokluğu bile gıdanın, suyun yokluğu kadar toplumların kaderini etkilemiyor.
Günümüz dünyasında özellikle gıda güvenliği ve gıda güvencesi hemen tüm ülkelerin öncelikli konuları arasında yer alıyor. Ama artan nüfus; azalan, kirlenen ve hatta birçok alanda kullanılmaz hale gelen doğal kaynaklarla ters ilişki içinde. İnsan eliyle yaratılan küresel ısınma ise başta kuraklık olmak üzere olumsuz iklim koşullarının ortaya çıkmasına neden olmakta ve tarımsal üretimde verimliliği daha da düşürmekte.
Bununla birlikte amaç dışı kullanım, sanayi ham maddeleri ve biyoyakıt üretimi tarım alanlarının zaman içinde hızla daralmasına yol açıyor. Dünya gıda fiyatlarının oluşumunda, tarımsal üretimi kapsayan birincil üretim, gıda endüstrisi, toptancılar ve perakendecilerin girdileri ve kâr marjları etkili oluyor.
Bunları da esas olarak; ham madde, proses girdileri, ambalaj, taşıma, depolama ve lojistik gibi ana ve ilave giderler etkiliyor. Bütün bunların ötesinde, dünya ekonomisinde yaşanan spekülasyona dayalı olaylar, dünya piyasalarında dalgalanmalara ve krizlere neden oluyor. Tüm bu gelişmelerin etkisiyle değişen gıda piyasasındaki dengeler, 2006-2007 yıllarında baş gösteren kuraklıkla daha dikkat çekici ve tehlikeli bir boyuta ulaştı. Bu nedenle artık bir ülkenin küresel gelişmelerden etkilenmeden kendi yolunu izleyebileceği bir dünya düzeni kalmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Küreselleşmenin etkisiyle, günümüzde çıkacak bir krizden korunabilmek, özellikle de dünya ile finansal ilişkileri yoğun olan ülkeler için mümkün görünmüyor. 2008 yılında dünyada ve Türkiye’de artan gıda maddeleri fiyatları, konunun öneminin bir kez daha gözler önüne serilmesine yol açtı.
Artık dünya, piyasalarda ortaya çıkan bu gelişmelerin nedenleri ve getireceği sonuçların nasıl önlenebileceği konusunu her ortamda sorgulamaya başladı. Bunun kalıcı ve yıkıcı sonuçlar yaratacak bir olguya dönüşmesi kuşkusu, çözüm arayışlarının geniş platformlarda dile getirilmesini sağlıyor.
Dünyada gıda ve beslenme durumu
Dünya nüfusundaki artışın beslenme temelli yansımalarının, öncelikle nüfus bilimciler tarafından kullanılan dünyanın “taşıma gücü” kapsamında değerlendirilmesi gerektiği düşünülüyor. Taşıma gücü, “herhangi bir ülkede veya bölgede var olan bütün ekonomik kaynaklar harekete geçirilerek, koşullarda zorlanma olmadan yaşayabilecek en fazla nüfus miktarı” olarak tanımlanıyor. Taşıma gücü kavramının içine; canlıyı etkileyen gıda, hava, hayat sahasının genişliği, iklim, toprak, su, hayvanlar ve bitkiler gibi her türlü unsur giriyor. Bu kavram, son yıllardaki hızlı nüfus artışı ile birlikte değerlendirildiğinde “Dünyanın taşıma gücü acaba sınırsız mıdır?”, “Eğer bir sınırı varsa ne kadar insanın yaşamasına elverişlidir?” sorularını akla getirmekte. Bu kapsamda öne sürülen ilk teori ise “Malthus Teorisi” olarak anılan ve kısaca “Nüfus geometrik diziyle artarken, gıda maddeleri aritmetik diziyle artmaktadır. Eğer tedbir alınmazsa gelecekte insanlar açlık tehlikesiyle karşılaşacaktır.” ifadesi ile açıklanan teoridir.
Dünya nüfusu 17. yüzyıl ortalarına kadar son derece yavaş arttı. Ancak nüfus, son 350 yılda 500 milyondan, 6,9 milyara ulaştı. Artışın bu hızla devam etmesi durumunda, dünya nüfusunun 2025 yılında 8 milyara, 2050 yılında ise 9,2 milyara ulaşması bekleniyor.
Bu durum, Malthus’un teorisinde ifade edilen “nüfusun geometrik artışı” tezini doğrular nitelikte ancak tarımsal üretimin aritmetik olarak artması, gelişen teknoloji ve artan verimlilikle çelişen, tartışılır bir duruma geldi.
Gıda konusunda 2004-2005 yılları arasında bir takım yeni önlem ve tedbirler alınmasına rağmen, dünyamız halen açlık, yetersiz ve dengesiz beslenme gibi çok önemli iki problemle karşı karşıya. Bunlara ilaveten, mikro besin ögesi eksikliği de giderek yaygın bir hal alıyor.
Dünya bir taraftan açlık, yetersiz ve dengesiz beslenme ile uğraşırken, diğer taraftan da bazı toplumlarda aşırı gıda tüketimi ve buna bağlı olarak obezite ve bazı kronik rahatsızlıklar giderek yaygınlaşıyor.
Buna mukabil açlığın azaltılmasına yönelik çalışmalar geçtiğimiz on yıl içerisinde yavaşladı. 1990’lı yıllarda gıda yardımı yapılan insanların sayısı sadece 9 milyon kadar azaltılabildi. Bu sayı, toplam gıda yardımı yapılan insanların %1’ine karşılık geliyor. Dünyada açlığa karşı alınan önlemlere rağmen, aç insanların sayısı giderek artıyor.
Gıda güvencesi ve beslenme
Aç insanların sayısının giderek arttığı dünyamızda “Gıda Güvencesi” kavramı daha da önem kazanıyor. Gıda güvencesi, “İnsanların sürdürülebilir, güvenilir, uygun fiyatta, kaliteli ve sağlıklı beslenme alışkanlığını geliştirecek gıdaları satın alma ve tüketme hakkına sahip olması” olarak tanımlanıyor.
Bu kavram bize, tüm insanların her zaman sağlıklı aktif bir yaşamı sağlayacak yeterli gıda alabilmek için fiziksel ve ekonomik imkâna sahip olması gerektiğini hatırlatıyor.
Ancak bunu sağlayabilmek için öncelikle gıdanın üretim ve tüketiminde dünyanın doğal yapısına saygılı olunmalı ve böyle sürdürülmeli. Adalet, eşitlik, ahlaki, moral ve sosyal değerler, gıdanın üretim ve tüketimindeki temel noktalar olmalı ve bu değerler tarafından yönetilmeli.
Aynı şekilde gıdanın temin edilme garantisinin olması, yeterli ve besleyici özellikler, kişisel ve kültürel kabul görmesi ve gıdanın sağlanmasının insan onurunu zedelemeyecek şekilde gerçekleşmesi gerekiyor.
Bunun için de risk gruplarının belirlenmesi lazım. Şunu iyi bilmek gerekiyor ki açlık ve yetersiz beslenmenin ekonomik maliyeti bildiğimiz diğer risklerin maliyetinden çok daha yüksek.
Ülkemize baktığımızda beslenme durumu açısından hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ülkelerin sorunlarını birlikte içeren bir görünümde olduğumuz görülüyor. Gelir dağılımındaki dengesizlik nedeniyle, bir yanda çeşit çeşit yiyecek ve içecekle arabasını dolduran insanlar, diğer yanda ise semt pazarlarının geç saatlerinde seçildikten sonra atılacak sebzeleri toplayan ve ucuz ekmek alabilmek için kuyrukta bekleyen insanlarımız var.
Yetersiz ve dengesiz beslenme sorunlarından en fazla etkilenen grupların; çocuklar, gençler, doğurganlık dönemindeki kadınlar, ağır işte düşük ücretle çalışan işçiler ve işsizler olduğu gerçeği de önümüzde duruyor.
Bunu önlemek için acil olarak yapılması gerekenler arasında ilk sırada, gelir dağılımındaki eşitsizliği giderecek yeni ekonomik araçların bulunması yer alıyor.
Tabii, kapsamlı beslenme, gıda tüketimi ve sağlık araştırmalarının da yapılması ve beslenme eğitimi ile halkın beslenmede bilinçlendirilmesi gerekiyor. Diyetin desteklenmesi, gıda zenginleştirme, okul sütü programları ve afet durumunda beslenme de üzerinde önemle durulması gereken konular arasında yer alıyor.
Bunun yanı sıra gıda güvencesini garanti altına almak için, hayvancılıkta genetik verimlilik, hayvan hastalıkları ile mücadele, destekleme politikaları, optimal işletmelerin kurulması, modern tarımsal metot konularında eğitim, kayıt dışı üretimin engellenmesi ve ihracatın teşvik edilmesi başlıkları da öne çıkıyor.
Dünya hala dönüyor ve sorunlar giderek büyümeye devam ediyor. Bu nedenle ne kadar erken önlem alırsak, yüzleşmek zorunda kalacağımız sorunlarla başa çıkmak o kadar kolay olacak.