Yasa, yönetmelik, talimat, kurul, her şey tamam görünüyor
Biyogüvenlik Kanunu, 26 Eylül’de yürürlüğe girdi. Kanunun yürürlüğe girdiği gün GDO ve Ürünlerine Dair Uygulama Talimatı yayınlandı. Görünürde GDO konusunda her şey tamam! Ancak kamuoyundaki tartışmalar durumun böyle olmadığını gösteriyor.
Türkiye’nin bir güz sabahı yayınlanan ilk GDO Yönetmeliği ile karşılaştığı 26 Ekim 2009 tarihinden bugüne tam bir yıl geçti. “GDO’ya Evet ya da Hayır demeden önce biyoteknoloji anlaşılmalı!” diyen Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu (TGDF), 5 Ocak’ta düzenlediği Gıda Sanayinde Biyoteknoloji; Biyogüvenlik Yasa Tasarısı Çalıştayı ile ilk yönetmeliğin yayınlanmasından sonra kamuoyunda oluşan bilgi kirliliğini bilimsel bir zemine taşısa da mevzuat üzerindeki tartışmalar halen devam ediyor.
Tartışmaların seyri ise daha uzunca bir süre bu konu üzerine konuşmaların devam edeceğini gösteriyor. Konunun yeniden gündeme taşınmasının nedeni ise Mart ayında yayınlanan Biyogüvenlik Yasası’nın 26 Eylül’de yürürlüğe girmesi ve GDO ve Ürünlerine Dair Uygulama Talimatı’nın yayımlanması oldu. Talimat, Biyogüvenlik Kanunu’na ve 13 Ağustos tarihli GDO Yönetmeliği’ne dayanıyor.
Bu son talimat, daha önce yayınlanmış uygulamaya dönük tüm eski talimatları yürürlükten kaldırıyor. Bundan sonrasında Biyogüvenlik Kurulu’nun kabul ettiği gen listesindeki ürünler ithal edilebilecek. Ancak başkanlığına Prof. Dr. Hakan Yardımcı’nın atandığı Biyogüvenlik Kurulu, hâlihazırda ülkeye ithalatı yapılacak herhangi bir gen listesi yayınlamadı. Talimatın ekinde yer alan “Biyogüvenlik Kurulu Tarafından İzin Verilen Gıda ve Yem Amaçlı GDO’lar” listesi de boş duruyor. Böylece AB’de ruhsatlanmış olan genlerin listesi de önemini yitirmiş görünüyor.
Yönetmelikte eşik değer tanımı; onaylanmış genler için, Kurulun görüşleri doğrultusunda Bakanlıkça belirlenen ürünün GDO’lu olarak etiketlenmesini gerektiren alt limiti olarak belirtiliyor. Ancak Türkiye’de onaylı herhangi bir gen bulunmadığından bugün için bu değerin de bir önemi kalmıyor.
26 Eylül’de yürürlüğe giren Biyogüvenlik Yasası ile GDO veya ürünlerinin, ithalatı, ihracatı, deneysel amaçlı serbest bırakılması, piyasaya sürülmesinden kapalı alanda kullanımına kadar her türlü karar Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın iznine tabi olacak. Yürürlüğe giren şekliyle yasa, GDO’lu ürünlere ayırt edici kimlik verilerek kayıt altına alınmasını ve etiketlenmesini istiyor. Herhangi bir ürünün eşik değerin üzerinde GDO ve ürünlerini içermesi halinde ise bu durum etikette belirtilecek.
“Sıfır risk mümkün değil”
Biyogüvenlik Yasası’nı yürürlüğe girmeden hemen önce Sabancı Üniversitesi’nde düzenlenen ‘Yol Ayrımında Türkiye: Biyogüvenlik Yasası Ne Getiriyor? Ne Götürüyor?’ sempozyumunda değerlendiren Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Çetiner, “Sıfır risk hedefleniyor, bu mümkün değil” diyor. Çetiner, et ithal etmeye başlayan Türkiye’nin bu yasayla çok yakında süt, tavuk ve yumurta da ithal edeceğini öne sürüyor. Yem sanayinin bu sektörlerin ihtiyacını karşılamak için ithalat yaptığını hatırlatan Çetiner’e göre, “kanunda öyle maddeler var ki hiçbir ithalatçı bu koşulları yerine getiremez”.
Prof. Dr. Çetiner Türkiye’nin ithalatın önüne ‘bilimsel temellere dayanmayan’ engeller koyduğunu da söylüyor. Birçok ürün ithal ettiğimiz AB’nin yakın bir zamanda Türkiye’yi Dünya Ticaret Örgütü’ne şikâyet edeceği görüşünü dile getiriyor.
Yeni yasanın GDO üzerine bilimsel çalışmaları kanunsuz hale getirdiğini söyleyen Çetiner, “Yasa uygulansa bizim gibi bilim adamları için GDO koğuşu kurulması gerekecek” diyor. Başvuru ve denetim sürecinin uzun olması ve analiz yapacak yeterli laboratuar bulunmamasının da yeni bir kaosa neden olacağına dikkat çeken Çetiner, yasanın kendi içinde çelişkili olduğu gibi yayınlanan yönetmeliklerin de çelişkiler taşıdığını belirtiyor.
250 milyon dolar kayıp
26 Ekim 2009 tarihinde ilk GDO yönetmeliği yayınlandığında tüm Türkiye’nin kilitlendiğini hatırlatan Türkiye Yem Sanayicileri Birliği Başkanı Ülkü Karakuş da son gelinen noktadan memnun değil. Aksaklıkların uygulama başlayınca ortaya çıkacağını söyleyen Karakuş, geçen yıl yaşadıkları sıkıntıları yaşamamak için 90 günlük stok yaptıklarını belirtiyor. Geçen yıl ilk yönetmeliğin yayınlanması sonrasında yem sanayicileri olarak 250 milyon dolar kayıpları olduğunu ifade eden Karakuş, yağlı tohum ve küspe ihtiyaçlarını büyük oranda ithal ettiklerini, özellikle soyada %97 dışa bağımlı olduğumuzu söylüyor. İthalat miktarı ise 1,5 – 2 milyon ton gibi azımsanamayacak bir rakam. İthalatın büyük kısmı 3 ülkeden, ABD, Arjantin, Brezilya’dan yapılıyor. Karakuş’a göre, soya ürünlerinin %90’ının GDO’lu olduğunu artık bilmeyen yok. Karakuş, AB’nin izin verdiği genler için Bakanlığa başvurduklarını, isteklerinin, AB’de ne yapılıyorsa burada da aynısının yapılması olduğunu belirtiyor:
“Avrupa’da 25 ülke, yılda 30 milyon tonun üzerinde soya fasulyesi ithalatı yapıyor” diyor.
Araştırma sonuçları olumlu
A.Ü. Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü Yem ve Hayvan Besleme ABD Başkanı Prof. Dr. Necmettin Ceylan, hayvansal üretim maliyetinin %70-80 oranında yemlerden kaynaklandığını, 2009 yılında 3,7 milyon ton yem hammaddesi ithalatına 1,12 milyar dolar ödendiğini kaydediyor. 2010 yılı ilk 6 ayında bu rakamlar, 2,3 milyon ton ve 773 milyon dolar olarak gerçekleşmiş.
GDO yemlerle ilgili hayvanlar üzerinde yapılan ve bilimsel dergilerde yayınlanan araştırma sonuçlarına da değinen Ceylan, toplam 107 araştırma sonucunda, besi sığırları ve süt inekleri, kanatlı hayvanlar ve balık, tavşan gibi diğer hayvanlarda besinsel özelliklerinde bir farklılık tespit edilmediğini belirtiyor. Hayvanların veriminde olduğu kadar, sağlığında da sorun bulunamadığını kaydeden Ceylan, ayrıca bu hayvanlardan elde edilen ürünlerin kompozisyonunda kontrol rasyonu ile beslenenlerinkine göre fark bulunmadığını ifade ediyor.
Yeni yasa üzerine görüşlerini dile getiren Biyolog ve Hukukçu Prof. Dr. Piet van der Meer ise yasanın birçok şeyi birbirine karıştırarak karmaşa yarattığını belirtiyor. Örnek olarak gıda ve çevre güvenliğinin birbiriyle karıştırılmasını gösteriyor. Meer; “Yanlış bir yasa yapıldığı kabul edilmeli ve hemen yenisinin çalışmaları başlamalı. En kötüsü yasanın ve uygulamalarının bu şekliyle devam etmesi” diyor.