Toplumun, gerçek riskler yerine bilim dışı iddialarla yapay risklere yöneltilmesi toplum sağlığına zarar vermektedir.
Son iki yıldır medyada Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) konusunda basında haber çıkmayan bir gün olmadı. Tarlasera Dergisi’nde yer alan bir değerlendirmeye göre 28 Aralık 2010 ile 3 Ocak 2012 tarihleri arasında, yazılı basında “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’’ konusunda 156 adedi ilk sayfa veya kapakta olmak üzere 1839 haber, köşe yazısı ve makale çıkmış. Bunların tümünde de GDO’ların olumsuz yönleri öne çıkartılmış. Özelikle de sağlığa zararlı oldukları vurgulanmış.
Bu haberler siyasi yelpazenin en sağından en soluna kadar tüm kesimlerine hitap eden yayın organlarında yer alıyor. Bugüne kadar Türkiye’de her hangi bir konuda böyle bir söz birliğine rastlanmadığı rahatlıkla söylenebilir.
Bunun sonucu olarak da Türkiye/Greenpeace’in yaptığı ankete göre Türk toplumunun %79,1’i “GDO kötü bir şeydir” diyor. Yine bu araştırmada “halkımızın %82 gibi çok büyük bir çoğunluğu GDO’nun ne olduğunu gayet iyi biliyor” ifadesi yer alıyor. Eğer durum böyle ise bilgi düzeyi olarak dünyada övünülecek durumdayız.
Çünkü AB-Eurobarometer sonuçlarına göre AB ortalaması olarak “Geleneksel ürünün DNA’sı yoktur. GD ürünün DNA’sı vardır” diyenlerin oranı %41, “GD gıda yiyenlerin genetiği değişebilir” diyenlerin oranı ise %54’dür.
Bugüne kadar yediklerimizden genetiğimiz değişmediğine göre bu inanıştan asırlardır insan etiyle beslendiğimiz sonucu çıkıyor.
Bilim Kuruluşları Sessiz. Toplumu Medya Yıldızları Yönlendiriyor.
İşin daha da garip yanı ülkemizde bütün bu tartışmalar olurken üniversiteler, araştırma kuruluşları, TÜBİTAK, TÜBA gibi bilim kuruluşları, başvurulara rağmen bu konuda görüş bildirmiyorlar. Bu kuruluşlarca topluma verilmeyen bilginin yarattığı boşluk, sayıları 3-4’ü geçmeyen, konunun uzmanı olmayan akademisyenlerce sıklıkla çıktıkları TV programlarında ve yazılı basındaki beyanları ile dolduruluyor. Bu akademisyenler içinde toplumun en fazla tanıdığı ve bu konuda kitap da yazarak GD gıdaların sağlığa zararlı etkileri konusunda toplumu yönlendiren bir cerrahi profesörünün akademik performansına “web of science” verilerinden bir göz atalım.
Bu akademisyenin tümü cerrahi alanındaki makale sayısı 16. Bu çok yazarlı makalelerin 15’i 1990 öncesi yayınlanmış. Bu makalelerin aldığı toplam sitasyon sayısı 4, h sayısı 1. Kısacası Türkiye’yi GDO’nun zararları konusunda yönlendiren kişi, biyoteknoloji ya da güvenlik testleri alanında tek bir çalışmaya sahip olmadığı gibi kendi alanı olan cerrahide de son derece zayıf akademik performansa sahip.
Burada yadırganan söz konusu akademisyenin fırsatları kullanarak kendince görüşler açıklaması değil, tüm ülkeyi ilgilendiren sağlıktan ekonomiye kadar çok yönlü boyutları olan bir konuda bilim kuruluşlarının sessiz kalmasıdır. Toplum olarak GD gıdaların başta kanser olmak üzere, alerji ve çeşitli organ hasarlarına neden olduğuna inancımız tam. Peki, bu inanç aşağıda belirtilenlerle çelişmiyor mu?
• GD gıdalar tüm dünyada kullanılmaktadır. ABD, Kanada gibi ülkelerde ambalajda hiçbir etiket olmadan, AB ülkelerinde etiketle, birçok ülkede de bilmeden kullanılmaktadır. ABD ve Kanada’da işlenmiş gıdaların %80-85’inin içeriğinde GD ürünler vardır ve bu ülkelerde yaşayan tüm insanlar tarafından tüketilmektedirler. Bu durumda ABD ve Kanada gibi ülkeleri GD gıdaların sağlığa zararları konunda uyarmamız bir insanlık görevi değil mi? Niçin bunu ihmal ediyoruz?
• İlk GD tohumun 1996 yılında ABD’nde ekilmesinden bu yana dünyada biyoteknoloji ürünü bitkilerin ekim alanları devamlı olarak artmaktadır. 1996 yılında 1,7 milyon hektar olan üretim alanları 2011 yılında 160 milyon hektara yükselmiştir. 29 ülkede ekim yapılmaktadır. GDO ekili alanlar her yıl %8-10 artmaktadır. Biz “Türkün Türk’e propagandası” tarzında GD gıdayı mikropla eş değer tutarken dünyadaki gelişmeye nasıl mani olacağız?
• Toplumuzda bu inancın pekişmesine neden olanlar görüşlerinin bilimsel verilere dayandığını söylüyorlar acaba öyle mi? Bu konuyu açıklamaya bilimin örgütlenmesine ait, bilimin hiyerarşisi olarak da adlandırabileceğimiz tablo 1’deki şemayı inceleyerek başlayalım.
En üstte milyonlarca bilim insanı ve akademisyenler yer alır. Her akademisyenin bilim insanı sayılamayacağı gerçeğini not ederek devam edelim. En çok sayıda bilim insanı ve akademisyenin çalıştığı kurumlar, üniversitelerdir. Bunu bizdeki TUBİTAK-Marmara Araştırma Merkezi örneğinde olduğu gibi araştırma kuruluşları takip eder. Gelişmiş ülkelerde bunların sayıları yüzlercedir. Diğer bir kurumsal yapı, regülasyondan sorumlu otoritelerin bilim kurullarıdır. Bu üç kuruluştan seçilen en yetkin bilim insanları ulusal bilim akademilerini oluşturur (Ne yazık ki bizde böyle değil. Bakınız Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi sayı: 1317 15/06/2012). Bilimde çatı örgütü ise 121 ulusal bilim akademisinin oluşturduğu “International Council for Sciences (ICSU)” dur.
Bilim Kuruluşlarının Ortak Görüşü Nedir?
Modern biyoteknolojinin ürünleri olan genetik yapısı değiştirilmiş organizmaların (GDO) tarımsal ürünleri üzerindeki tartışmalar üç ana konu üzerinde odaklanmaktadır.
1. Çevre (biyolojik çeşitlilik üzerine olumsuz etki), 2. Ekonomi (tohuma bağımlılık), 3. İnsan ve hayvan sağlığı üzerine etki.
2010 tarihli ve 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu, ülkemizde GD ürün ekimini kesin kurallarla yasaklamıştır. Bu durumda biyolojik çeşitlilik üzerine olumsuz etki ve tohuma bağımlılık şimdilik tartışma dışında kalmaktadır.
Ülkemizde tartışmanın sağlık üzerinde olması gerekir. Çoğunlukla da böyle olmaktadır. Bir ürünün sağlık üzerine etkisinin araştırılması söz konusu olduğunda ilgili bilim alanı toksikolojidir. Dünyada yılda 10.000 civarında toksikoloji makalesi yayınlanmaktadır. Bunların 2000-2500 kadarı da doğrudan veya dolaylı olarak gıdalarla ilgilidir.
Son yıllarda periyodik dergi sayısı da hızla artmaktadır (15.000 civarı). Bu dergilerin yayına devam edebilmeleri için makaleye ihtiyaç duymalarının bir sonucu da yayınlanan makalelerin bilimsel kalitesinin giderek düşmesidir. Dergilerden yağmur gibi gelen yayın değerlendirme (hakemlik) taleplerine muhatap olan uzman bilim insanları ya karşılıksız bir hizmet olan hakemlik görevinden giderek kaçınmakta ya da ayrıntılı inceleme için vakit bulamamaktadır.
Yukarıda açıklananlara bağlı olarak da bilimsel olarak tartışmalı çok sayıda makale yayınlanabilmektedir.
Toksisite çalışmalarında deneyin düzenlenmesi ve uygulanmasına bağlı olarak çok farklı sonuçlar elde edilebilir. Bu nedenle de toksisite çalışmalarında uluslararası olarak kabul edilen “toksisite test rehberleri” kullanılmalıdır.
Çok yönlü bir etki şekli olan toksisitenin test sonuçlarının yorumlanması da konuya göre toksikolojinin birbirinden farklı alanlarındaki uzmanlardan oluşturulan kurullar tarafından yapılmalıdır. Bu nedenle de bir maddenin zararlı olup olmadığına konunun uzmanı olmayanların bir şekilde yayınlayabildikleri makaleler referans gösterilerek karar verilemez. Bu konularda arkasında yetkin uzman gruplarının incelemesi bulunan kurumsal görüşlere itibar edilmelidir.
İngiliz Kraliyet Akademisi, ABD Ulusal Bilimler Akademisi, Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere tüm bilim ve sağlık kuruluşlarının GD ürünlerle ilgili ortak görüşü aşağıda özetlenmiştir.
Bu görüşe aykırı hiçbir kurumsal görüş yoktur. Diğer bir deyişle sık sık tekrarlanan “GD ürünlerin sağlığa etkisi konusunda bilim dünyası ikiye ayrılmıştır” söylemi aslı olmayan bir iddiadır.
Bilimin en ileri olduğu ve insan sağlığına karşı yapılan hataların çok yüksek tazminatlarla cezalandırıldığı ABD ve Kanada gibi ülkelerde GD gıdaların güvenle ve tartışmasız olarak kullanılmasının nedeni GD gıdaların güvenilirliği konusundaki aşağıdaki bilim tabanlı ortak uluslararası kurumsal görüştür.
GD gıdalar konusu kendi alanlarında isim yapma şansı olmayan akademisyenlerin toplumda meşhur olmak bunun da çeşitli getirilerinden yararlanmaları için çok verimli bir alandır. Çünkü toplum gıdalar özellikle de GD gıdalar konusunda söylenen her kötü şeye inanmaya hazırdır. Bu akademisyenler dünyada sayıları 10-15 i geçmeyen tümü de bilim kuruluşları tarafından incelenerek kabul edilemez bulunmuş yayınları kendilerince yorumlayarak GD gıdalar konusunda felaket senaryoları oluşturabilmektedirler.
Tartışmalarda İngiliz Kraliyet Akademisi, ABD Ulusal Bilimler Akademisi, Dünya Sağlık Örgütü, ICSU ve diğer ülkelerin bilim kuruluşlarının ortak görüşü açıklandığında kolayca bu kuruluşların biyoteknoloji şirketleri tarafından satın alınabileceği söylenebilmektedir. İngiliz Kraliyet Akademisi 350 yıllık tarihi olan dünyanın çeşitli ülkelerinden 80’i Nobelli 1450 üyesi olan, ABD Ulusal Bilimler Akademisi 150 yıl önce kurulmuş bugün 2600 üyesi olan ve bu üyelerden 200’ü Nobel ödülü sahibi bağımsız bilim kuruluşlarıdır. Bunlar ve dünyadaki benzerlerinin en büyük varlıkları yıllarca çaba sonucunda oluşturdukları ve hak ettikleri güven ve itibardır. Bilimi en etkin şekilde yorumlayan bu kuruluşların her görüşlerinin arkasında kuvvetli bilimsel verilerin olduğu açıktır. Bu noktada bizim kuruluşlarımız niçin tartışmalı konularda görüş bildirmezler, toplum bilim dışı iddialarla yönlendirilmeye nasıl bu kadar yatkındır sorusunun cevabını bilim konusundaki ülkemizin durumu ile açıklamak gerekir. Bilimin ölçüsünü kalitesi şüpheli ve akademik yükseltilmeden başka bir hedefi olmayan makale sayısına indekslemiş bir ülkede de daha fazla bir şey beklemek aşırı iyimserlik olurdu.
Gıda Güvenliğinde Kaosa Doğru
• Türkiye/Greenpeace anketinde “Bir markanın bir ürününde GDO varsa, o firmanın ürünlerini alır mısınız?” Sorusuna %60,2 oranında “almam” cevabı verilmiştir. Bunun üzerine gıda üreticilerinden gelecekte yasal olarak GDO’ya izin verilse dahi ürünlerinde asla GDO kullanmayacaklarına dair tek tek taahhüt alma eylemi uygulamaya konuldu. Bu arada ülkedeki en önemli gıda güvenliği sorununun GD gıda olduğu algısı yerleştirilmeye başlandı.
• GDO karşıtı kampanyanın yeni hedefi ikincil ürünlere dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan etiket konulmasını hayata geçirmek. İlgili Bakan da bu konuda olumlu görüş bildiriyor. GD yemle beslenmiş hayvanlardan elde edilen et, süt, yumurta ve bunlardan elde edilen peynirden çikolataya, yağdan şekerlemeye kadar her ürüne etiket konulması talep ediliyor. Aktivistlerce yapılan listelerde GDO etiketi konulacak ürün çeşidi 600’e ulaşıyor. Toplumun GDO algısını mikropla eşdeğer olduğu dikkate alındığın da ortaya çıkacak kaosu tahmin etmek zor değil.
Bu noktada yemler GD ürünlerinden hazırlanmasın denilebilir. Ancak soya, proteinleri nedeniyle yemlerin olmaz ise olmaz bir bileşeni. Türkiye’nin soya üretimi 100.000 ton, soya ve ürünlerine ihtiyaç ise 2.000.000 tondan fazla. Bu noktada soya ithal edilmek zorundadır.
Dünyada üretilen soyanın da %90’ı GD. Geride kalan %10’luk bölümden soya bulup ithal etseniz dahi, bunu taşıyan şilepler daha önce GD ürün taşıdı ise bulaşma kaçınılmazdır. Bulaşma ihtimaline karşı AB’de olduğu gibi binde 9’luk bir limit ülkemizde olmadığı için Biyogüvenlik Kanunu’na göre cezası yıllarca hapis ve milyonlarca lira para cezası. Dünyada güvenilir sayılıp tüketilen ürünlere hurafelerle mikrop muamelesi yaparsak, hayvancılığ
ımızın tahrip olmasına, gıda endüstrimizin asılsız suçlamalarla yıpratılmasına hazırlıklı olalım. Dünya biliminden kopuk, risk algısını körükleyerek gündem belirleyip b
askı unsuru oluşturulması ileride nanoteknoloji ürünleri dahil her yeni teknolojide ülkenin karşısına çıkartılacaktır.
Gıda güvenliği çeşitli uzmanlıklardan oluşan ve başta gıda hijyeni sorunları, merdiven altı, kuralsız, başıboş üretim, sahte gıda olmak üzere insan sağlığını tehdit eden çok sayıda gerçek riske karşı önlem almaya çalışan kapsamlı bir alandır. Toplumun, gerçek riskler yerine bilim dışı iddialarla yapay risklere yöneltilmesi toplum sağlığına zarar vermektedir.
Kaynaklar
1. International Council for Science: New Genetics, Food and Agriculture: Scientific Discoveries-Societa Dilemmas. (2003).
2. Royal Society: Genetically Modified Plants for Food Use and Human Health.
3. U.S. National Academy of Sciences: Safety of Genetically Engineered Foods. (2004 (2002).
4. World Health Organization: 20 Questions on Genetically Modified Foods. www.who.int/foodsafety/publications/biotech/20questions/en
5. Karakaya AE: GDO Risk Algısı. Toksikoloji Bülteni Temmuz 2012.
www.turktox.org.tr/pictures/temmuz-2012-bulten-son.pdf